Musa Alioğlu
Tayyip Bey ve bir özür hikayesi.
Siyasetin dünden bu güne nasıl değişim gösterdiğini anlamak için geçmişteki olaylara kendi penceremden bakmaya devam ediyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı bana göre bir çok bakanlıktan daha iyi ve önemli bir konumdadır. Bu kurumun CHP’den alınması Refah Partili Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık seçimini kazanmasıyla gerçekleşmiş ve adeta bir şok yaşanmıştı. Hiç beklenmeyen seçim zaferiyle birlikte belediyede Tayyip Bey dönemi başlamış eski düzen değişmişti.
Tayyip Bey her gittiği yerde haklı olarak başarısını nasıl gerçekleştiğini anlatıp siyaset dünyasına meydan okuyordu.
O günlerin birinde Güneşli’deki Hürriyet Medya Tower adlı binada çalışırken dahili telefonum çaldı. Arayan Hürriyet yazarı Yalçın Bayer’di.
“Siyaset Meydanı’na seni önerdim” dedi ve o çok meşhur hızlı konuşmasına devam etti. “Tayyip Bey, İstanbul’a Anadolu’dan göçün durdurulmasını istiyor ya, işte bu konu tartışılacak. Bana Karadenizlilerin göçünü kim anlatır dediler, ben de senin adını verdim. Doğu’yu ve Güneydoğu’yu da iktisatçı Mustafa Sönmez anlatacak. Tayyip Bey’in karşısında ise İBB eski Başkanı Nurettin Sözen ve ANAP İstanbul
Milletvekili Orhan Ergüder olacak”
Aradan bir iki gün geçti ve ATV’den beni aradılar, gün ve saat verip bekliyoruz dediler. TRT2’de bir yıl kadar program sunmuşluğum, televizyona çıkmışlığım da olmasına rağmen beni bir heyecan aldı. Tayyip Bey’i hiç tanımıyor ve de huyunu suyunu bilmiyordum. Neyse dedik ve sabahlara kadar süren ve tüm Türkiye’yi uykusuz bırakan “Siyaset Meydanı’” Programı için Basın Ekspres Yolu’ndaki Sabah-ATV binasının yolunu tuttum. Binaya sorgu sualle alınıp, yaka kartım takıldı ve ışıkla kaplı stüdyoda yerimi aldım. Televizyon tarihimizin çok önemli isimlerinden olan Ali Kırca açılış konuşmasını yaptıktan sonra ilk sözü de Tayyip Bey’e verdi. Tayyip Bey, İstanbul ile ilgili bilgiler verdi ve kaynakların bu kadar insanı bakamadığını, trafik işinin çıkmaza girdiğini ve Anadolu’dan artık İstanbul’a göçün durdurulması gerektiği konusundaki düşüncelerini vurguladı.
Ali Kırca, ardından Nurettin Sözen’e söz verdi ve o da tam tersini savunarak buna gerek olmadığını ileri sürdü. Daha sonra Orhan Ergüder de İstanbul’un bu kadar yükü kaldıramayacağını söyledi. Kente en fazla göç veren Doğu illerinden gelen insanların neden gelmek zorunda kaldığı konusunu da Mustafa Sönmez anlattı. Ali Kırca mikrofonu bana verdiğinde tam karşımda oturan Tayyip Bey’e dönerek heyecanla sözlerime başladım.
“Sayın Başkan şayet öldüyse Allah gani gani rahmet etsin, eğer yaşıyorsa Allah uzun ve sağlıklı ömür versin. Muhterem babanız Rize’den kalkıp İstanbul’a gelirken kendisine Topkapı Surları’nın önünde birileri “ Dur, hemşehrim gelemezsin, dön geri” demedi ve gelip İstanbul’a yerleşti. Anayasa’daki fırsat eşitliği hakkını kullandı ve siz de kentin başkanı oldunuz.” Sözlerimi bitirmek üzereyken, Tayyip Bey’in yüz ifadesi değişti ve yerinden biraz doğrulup elini havaya kaldırarak “Orada dur bölgesel hemşehrim. Babamı bu işe karıştırma” diyerek araya girdi. Ben de “Babanıza karşı bir saygısızlığım olamaz “ dedim, sonra Ali Kırca devreye girerek “Tayyip Bey, konuşmacı babanız için kötü bir şey söylenmedi” dese de Tayyip Bey hiç oralı olmadı ve dışarı çıkmak için yakasındaki mikrofonu çıkarmaya çalıştı. Bu sırada yayın kesildi ve herkes salona geçti. Ali Kırca telaşla yanıma gelerek “Git özür dile” dedi. Ben Tayyip Bey’e yaklaştım “Efendim maksadımı aştıysam çok özür dilerim” dedim. Yüzünde bir gülümseme belirdi ve şöyle dedi:” Öyle olmaz, saraya (Saraçhane’deki Belediye Sarayı) geleceksin özrünü öyle kabul edeceğim” dedi. Tokalaştık ve program aynı tempoda devam etti. Ertesi gün sabah Yalçın Bayer, beni aradı ve ne oldu diye sordu. Ben de aramızda geçen bu konuşmayı anlattım. Başkan beni saraya davet etti dedim. Aradan zaman geçti ve ben iş güç yoğunluğu nedeniyle Tayyip Bey’e özür dilemek için bir türlü gidemedim. Aradan çok zaman geçtiği için artık olayı ve beni unutmuştur diye düşünüp ziyaretimi gerçekleştiremedim.
Aradan beş altı ay geçmişti. İstinye’deki üyesi olduğum Karadeniz Vakfı’nın bir gecesi vardı. Erken gitmiş ve terastaki masalardan birine zamanın Sağlık Bakanlığı Personel Genel Müdürü hem hemşehrim hem de arkadaşım olan Muhittin Bal ile oturmuştuk. Biraz sonra beraberindekilerle Tayyip Bey geldi. Tüm masalara uğrayıp el sıkıyordu. Bizim de masamıza geldi, eskiden tanıştıkları Muhittin Bey’in elini sıktı. O da “Efendim, tanışıyor musunuz? Musa Bey gazeteci hemşehrimiz” dedi. Tayyip Bey elini uzatırken “Tanıdım, hala bana gelecek” diyerek gülümsedi. Ben söz verdiğim halde belediyeye gidip ondan özür dileyemediğim için mahçup bir halde yerime oturdum. Daha sonra hiç karşı karşıya gelmedik. Kendisi de başkanlığı bırakıp Başbakanlığa terfi etti. Doğrusu suçlu olmadığım halde, yine de gönlünü almak için özür dileyemeyişim içimde bir ukde olarak kalmıştır. Karşılaşmadığımız için de böyle bir fırsat hiç elime geçmedi.
Şair Gülten Akın’ın dizelerindeki gibi
“Gencidin, tez idin sıra bilmezdim.” misali 25 yıl sonra, belki de böyle bir soru sormak hata mı olmuştur diye kendi kendime soruyorum. Belki bir gün karşılaşır ve 25 yıl geç kalan bu özrü dilerim diye de aklımdan geçmiyor değil.
Bu tartışmanın ne yazık ki bir kasedi elimde yok. Tayyip Bey, başbakanlığında da göç konusunu tekrar dile getirdiğinde Ali Kırca’ya bir mail atarak bu kasedi yayınlamasını hatırlattım. Gelen cevapta kasetlerin Ayamama Deresi’ndeki sel baskınında suya kapılarak kullanılmaz hale geldiğini yazmıştı. Google henüz ihdas olmadığı için de bu kaset sadece İstanbul Büyükşehir Belediyesi arşivinde olabilir diye düşünüyorum.
Ne günlerdi deyip kelamı sağlık dileğiyle bitirelim
Musa Alioğlu
21.06.2021
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.