KÖR OLASIN İKSENİT OCAĞIN TÜTMEZ!

Tarihin akışında kural şöyledir. “Ne tanrı ne de Roma asla zar atmaz!” Yani Roma dâhil bütün imparatorluklar yönettikleri coğrafyalarda işi şansa bırakmazlar. İdare ettikleri tebayı yönetirken en akıllı insanları seçerler ve işlerini onlarla hal yoluna koyarlar.
Sultan Fatih ordusuyla Trabzon’u fethettiğinde bizimkiler de onunla birlikteymiş. Bizimkiler dediğim ise; Hacı Mehmet oğlu Baba Hacı Bekir idi. Baba Hacı Bekir dört oğlu, bir kızı ve iki kölesi ile şimdiki Boztepe’de çadır kurmuşlardı. Oğullarının ismi ise Hacı Mehmet, Hacı Mustafa, Hacı İslâm ve Hacı Yakup idi. Kızlarının ismi ise bilinmiyor. Hacı Mustafa’nın kölesinin adı Kara Can idi. Hacı Mehmet’in kölesinin adı ise Balcı idi. Trabzon Boztepe’de 30 seneden fazla kalmışlar.
O zamanlar Karadeniz’de Venedik, Ceneviz, Poa korsanları cirit atıyormuş. Korsanlar vadilerin 30 km kadar içlerine kadar girip köyleri talan ediyormuş. Köyleri basıp ne var ne yok gemilere yükleyip götürüyor esir aldıkları insanları köle olarak Akdeniz limanlarında satıyormuş. (Bu anlattıklarımız hikâye falan değil, tam 120 yaşında vefat etmiş Refigül ninemiziin ve de 110 yaşında vefat etmiş Hacı Dursun dedemizin eskilerinden duyduğu ve defalarca çocuklarına anlattığı tarihin bizzat kendisi.) Osmanlı bölgeyi fethetti fethetmesine ama coğrafya ulaşımı güç vadilerden oluşuyordu. Denetlenmesi kolay değildi. Korsanların talanına açık olduğundan bir türlü dirlik düzen kurulamıyormuş.
İşte tam da o günlerde bizimkiler, Baba Hacı Bekir’in tayfası, yanlış anlama yüzünden yine Boztepe’de muhkim Uzunalioğulları’nın hedef göstermesiyle suçsuz bir adamı vurmuşlar. İş kadıya gitmiş, o olmuş şu bitmiş derken Osmanlı idaresi bizimkileri İkizdere Vadisi’nin üst kesimini kontrol etsin diye Kır Serdarı olarak görevlendirmiş. Yani Osmanlı idaresi Baba Hacı Bekir’in tayfasına herhangi bir ceza vermemiş. Çetin bir coğrafyada kır serdarlığı görevini vermiş.
İkizdere’nin Toz Köyü’nden ta Bayburt’un Orsor (Şimdiki adı Yoncalı) köyüne kadar olan alanın Kama, Haya, Mahura, on bir mahallelei İksenit vs. yaylaların hepsinin sorumlusu sizsiniz, demiş. Bölgenin asayişi, ulaşımı, halkın iaşesi, denetimi osu busu Baba Hacı Bekir’in tayfasına emanet edilmiş! Yanî bizimkilerin İksenit Yaylasına – ki eskiden orada bir Roma garnizonu varmış, Osmanlı’nın Kır Serdarı göreviyle gelmişler.
Baba Hacı Bekir’in o adı meçhul kızı da Civara’da namlı bir ağaya gelin gitmiş. Uzunalioğulları’nın hedef gösterdiği ve Baba Hacı Bekir’in oğullarının vurduğu o adamlar da o ismi meçhul gelinin kocasını – Ağanın oğlunu – vurmuşlar. O ağa da başına bir hal gelmesin diye o gelini hep kendisiyle birlikte gezdiriyormuş. Ağayı görenler de ona “Bu kız kimdir, hep kendinle gezdirirken görüyoruz onu?” diye soruyormuş. O da “O bana Baba Hacı Bekir’in emaneti gelinimdir, oğlumu vurdular, bacımdır!” diyormuş. İşte o ağanın bacısı şimdiki Araklı’da yaşayan Bacıoğulları’nın ninesidir.
Hülasa meşhur Anzer balının yetiştiği İkizdere vadisinin Tozköy’den – Erzurum yolu ayrımı— aşağısını Ekşioğlulları, Bayburt’a kadar olan kısmını ise yüzyıllarca bizimkiler – Baba Hacı Bekir’in tayfası – idare etmiş.
Bundan maksat, Karadeniz’deki korsanlar vadilerdeki köyleri talan etmesini önlemekmiş. O zamanlar vadinin Doğu tarafında Ermeni köyleri, Batı kısmında ise Rum köyleri varmış. Bizimkiler yazları yaylalarda bunların arasında arazi kavgası olmasın, insanlar ölmesin diye uğraşıyormuş. Bir de bölgede eşkıyalığa meyyal Çepniler varmış. Baba Hacı Bekir’in torunları onları kanuna nizama uydurup ehlileştimek için Osmanlı idaresi adına ardı arkası gelmeyen takipler, yargılamalar, tutuklamalar yapıyormuş.
Osmanlı’nın son devrinde Amerika’nın kurucu başkanlarından Abraham Lincoln köleliği yasaklayan bir bildiri yayınlamış. Sultan Abdülmecit Avrupa’nın baskısıyla köleliği yasaklamış. Ferman gereği bizimkiler de kölelerini azat etmişler. Onlara köyün karşısından (Yatağlar’ın dibinden) yer vermişler. Evlendirip dirlik düzen kurmasına yardımcı olmuşlar. Onlar da tarlalarını ekip zürriyetlerini artırmışlar. İkizdere vadisinin yukarısındaki kayıp yüzyılların kabaca hikâyesi bu şekildedir.
1970’lerin sonunda babaannemle ilk kez İksenit yaylasına gittiğimde onun iki dadı ile büyüdüğü ahşap konağı görmüştüm. Bir zamanlar altı fırın olarak kullanılan içinde ısırgan otları boy vermiş medresenin vadi yönündeki yüksek duvarları hâlâ ayaktaydı. Sığır sürülerinin otlaklardan döndüğü, ateş komşuluğunun olduğu, çayırların karış karış kesilip balyalandığı, kekik kokan bayırlarıyla hâlâ güzel bir yaylaydı İksenit. Haya’sı, Mahura’sı, Petran’ı, Kama’sı, Gelinkaya’sı ile bir yaşamın mazide kalmış yorgun kalbi gibiydi. Yeni adı Diktaş Köyü idi. I. Dünya Savaşı’nda İksenit’ten muhacir çıkıp ta Erbaa’ya gidenler ataları Baba Hacı Bekir’in asaletine uygun olarak orda Diktaş adıyla cadde bile kurmuşlardı. Çocukluğumda İksenit’in o unutulmuş pastoral yayla hayatını Temelyon adlı romanımda tüm detaylarıyla işlemiştim. Baba Hacı Bekir’in ve zürriyetinin meftun olduğu caminin duvarında ise bir terazi ve bir de tokmak kabarması varmış. O kabartmanın anlamı ise bu vadi yüzyıllar boyunca İslam dini adına bu köyden idare edilmiştir, kanuna ve nizama uymayanlara gerekli cezaları verilmiştir, idi.
Zaman değişti. İnsanlar yayla hayatını terk edip şehir merkezlerine indiler. Devlet yaylalarda ekilmeyen biçilmeyen toprakları hazineye yazdı. Açık arttırmaya çıkartıp parası olanlara sattı. Kuşkusuz kimsenin devletten satın aldığı bir araziye neden ev yapıyorsunuz, diye sormaya hakkı yoktur. Ama İksenit gibi bölgenin tarihinde ciddi bir rol oynamış bir yaylanın her açıdan korunmasını, asgari insanî ve medeni saygıyı göstermesini beklemek de hakkımızdır. Bu sadece orada yaşayanları ya da orada hukuku olan insanların sıradan bir beklentisi de değildir. Bütün İkizderelilerin, Rizelilerin, Karadenizlilerin, çevreye saygı gösteren bütün ülkenin duyarlı insanlarının haklı bir talebidir. Bir zamanlar inek sürülerinin yaylaklardan döndüğü o peri patikalarını buldozerlerle kaldırıp atmak, sırf ev temeli açmak için yaylanın sırtındaki toprağı floranın üzerine yığmak hiç öyle parayla pulla, cezayla geçiştirilecek bir hareket değildir. Elbette yaylalarda adabınca evler de yapılır ama insanların belleğinde geçmişi olan güzel bir yaylanın dağını taşını sökün edip her şeyi harap ederek değil. Yazık yüzyıllardır vadiye adalet dağırmış İksnit’in o namlı geçmişine. Lakin İksenit’i tarumar edenlerden artık bu türden bir kadirşinaslık incalik beklemiyoruz. Sadece kanunların, kuralların öngördüğü şeylere riayet etmelerini bekliyoruz.
Kısacası İksenit yaylasının o güzide geçmişinden bu güne pek bir şey kalmadı. Keşke bu gözler o yaylayı o perişen haliyle hiç görmemiş olsaydı. Keşke o yaylada elinde tereyağı sürülmüş bir çocukluk geçirmemiş olsaydım. Keşke o yaylayı romanlarımda ilmek ilmek işleyip insanlarda derin bir hayal kırıklığı oluşturacak fantastik bir dünya sunmamış olsaydım. Dedeleri yüzyıllarca o boğazı adalet üzere yönetmiş bir insan olarak son gelişmelerden ziyadesiyle müteessir oldum. İksenit’e bu kötülüğü yapanlar Rize’de yazılı tarihin Hacı Mehmetler – Baba Hacı Bekir tayfası –
le başladığını ve kayıtların Rize’de değil İspir’de olduğunu bilemeyecek kadar o yayladan habersizler. Ve maalesef bu ülke parası olanın kanun, nizam, ahlâk, estetik dinlemeden her türlü vandallığı yapabildiği bir ülkeye dönüşmüş. Onun için son sözüm; kör olasın İksenit, ocağın tütmez! Baba Hacı Bekir’in tayfasının bedduası seni katledenlerden eksik olmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.