Doğal afetlere alışmış bir ülkeyiz…
Neredeyse her yıl aynı görüntülerle karşılaşıyoruz.
Şiddetli yağmurlar sonrası meydana gelen sel felaketi, heyelan ve taşkınlar can almaya devam ediyor.
Her felaket sonrası ise siyasilerimizin olay yeri ziyaretleri, söylemleri, vaatleri de aynı: “Devlet yaraları saracak…”
40 yıllık bir gazeteci olarak her felaket sonrası siyasilerden aynı söylemleri duymaktayım.
Elbette saracak… Devlet vatandaşının yanında tabii ki olacak..
Ancak; Unutulmaması gereken bir gerçek var: “Su akar, yolunu bulur.”
Bu gerçekten yola çıkarsak, vadilere, derelere, heyelan olasılığı olan bölgelere yapılaşmaya izin verildiği, son yıllarda moda haline gelen denizin doldurulup şehirle deniz arasına engel koyulduğu taktirde bu tür felaketlere de her zaman hazırlıklı olmalıyız.
Yaşanan seller doğal afet değildir..
Ne yazık ki ülkemizde doğal olaylar, doğal afete dönüşmektedir.
Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi’nde ve ağırlıklı olarak Trabzon, Rize ve Artvin bandında sel, taşkın ve heyelanlar adeta bu bölgenin “rutini” haline gelmiştir.
Sel, taşkın ve heyelan, “doğal olaylar” olup yüzyıllardır dünyanın her yöresinde yaşanmaktadır. Bu doğa olaylarının afete dönüşmesi ise doğal bir olay değil, insanın doğaya olumsuz müdahalelerinin bir sonucudur.
Yağışlar günümüzde insan müdahaleleri ile maalesef sel ve taşkına dönüştürülerek insan kaynaklı doğal afetler yaratılmaktadır. Sel, taşkın ve heyelan, ülkemizi yönetenlerce son dönemlerde “doğal afet” olarak sunuluyor ise de, bunun gerçek nedeni iklim ve doğa değil, insanın doğaya rant odaklı umursamaz çıkarcı müdahaleleridir.
Siyasi iktidar, “dere yataklarına yaklaşmayın” gibi söylemler yerine, rant ve çıkardan uzak şekilde doğayı ve insanı gerçekten koruyan politikaları hayata geçirmelidir.
Doğa katliamları devam ettikçe, yerleşim birimlerimiz rant politikalarına teslim edilerek beton ve asfalt yoğunluğu arttırıldıkça sel ve taşkınların olması kaçınılmazdır.
Doğa ile uyumlu yaşayalım. Bu dünya bizim, hepimizin.
Faruk Ata
27/07/2021